3 Haziran 2016 Cuma

Kafka'ya Selamlar!

Normalde özel tarihlere takılan, ''Bak bugün de bu vardı, bunun için bir şey yapayım'' diyen biri değilimdir. Zaten uzun zamandır böyle bir yazı yazmak istiyordum fakat zaman yaratmamıştım bir türlü. Bugünü de Kafka'nın ''Kafka'' olduğu gün olarak nitelendirdiğimden, düşüncelerimi artık yazıya geçirmenin zamanının geldiğini fark ettim. 

Kitap okumayı sevdiğim için, beni bir şekilde etkileyen, düşünmeye sevk eden yazarları sadece bir kitabını okumuş olsam dahi seviyorum. Kafka da bu şekilde ''bir kitap'' ile hayatıma giren, ''Bütün kitaplarını okuyup bitirince ne yapacağım be!'' diye düşündüğüm ve belki de hayatımda bu denli önemli bir yer tutan tek yazar. 
Yaşadıklarının çok ötesinde, kendini tamamen benliğinden soyutlayarak bir şeyler ortaya koyan yazarlara nedense alışamıyorum ben. Okuduğum kitabın yazarıyla ilgili özellikle birkaç şey okumaya özen gösteriyorum ve okuduğum şey ile yapıtında gördüğüm şey birbiriyle örtüşmeyince bende garip bir şekilde kandırılmışım gibi bir his uyandırıyor. Tabi bu okuyucudan okuyucuya değişen, tamamen beklentiyle ilgili bir durum. 
Ve işte Kafka -Ah,Kafka!- tam bu noktada, beklentimi en iyi şekilde karşılayan yazar! Yazdığı her kitapta, söylemiş olduğu her sözde yaşamının o şekilde olmasındaki en büyük etkeni -babasını- hiçbir şekilde beyan etmeden, ama artık Kafka'yı bir şekilde anlamaya başlamış birinin hissedebileceği türden işlemiş yapıtlarında. Kafka kendisinden uzaklaşıp bambaşka şeyler yazsaydı etkilenir miydim, yine Kafka olur muydu, bilmiyorum. Kendini bir böcek kadar değersiz hissetmesinden dolayı yazdığı Dönüşüm, babasının otoriter ve baskıcı kimliğinden dolayı büründüğü ve bir ömür boyunca peşini bırakmayan suçluluk psikolojisi yüzünden ortaya koyduğu, bir sabah uyanıp kendini bir davanın içinde bulan Josef K...

Tabi ki de burada ''İyi ki otoriter bir babası varmış da, Kafka böyle bir yazar olabilmiş'' demeye çalışmıyorum. Sadece yaşadığı bazı şeyler var ve bunu yapıtlarında açıkça ortaya koymadan ama sezebileceğimiz şekilde işlemesi. 
Kafka için söylenmiş ve söylenecek çok söz var ama inanın bir şeyler yazmak o kadar zor ki. Uzattıkça uzatacak ve daha sonrasında saçmalayacağım ki şuana kadar çoktan saçmaladım bile! Eğer hala Kafka ile tanışmadıysanız hatta bu aklınızda dahi olmayan bir düşünceyse, lütfen bir daha ve hızlı düşünün! 

10 Mayıs 2016 Salı

Nisan Ayında Okuduklarım ve Mayıs Ayında Okunacaklar || 2016

Yine burada uzun zamandır bulunmamamı kendimce mantıklı nedenlerin arkasına sığınarak açıklıyorum ve artık bu faslı geçeceğim çünkü ben de sıkıldım! 
Ve eskiden hep aynı tür şeyler yayınlamaktan kaçınırken, şimdi sadece her ay ne okuduğumu paylaştığımın da farkındayım. Tabi ''Sadece farkında olmakla kalmışsın, bir şey yaptığını görmedik!'' diyorsanız, haklısınız efendim. Ama bazı şeyleri yoluna koymak adına uğraşıyorum! 

Neyysee işte, bayadır bir şeyler yazmayınca yazdıkça yazasım geliyor. Adamakıllı kitap yorumu yapamayacağımı da bildiğimden hal böyle oldu. ''Adamakıllı kitap yorumu yapamamak''tan kastım nisan ayında sadece iki kitap okumuş olmam. 

Okuduğum kitaplardan biri George Orwell'ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü , diğeri ise Stefan Zweig'ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu . 
Bu aralar  kafayı iyiden iyiye takmış olduğum yazarlar, ve bu yapıtlarını da gerçekten çok sevdim. Yazarların okuduğum kitaplarını topluca ele aldığım bir yazı yazmak istiyorum. ve bu ay okuyacağım bir kitap ile Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü kıyaslayacağım bir yazı da yazma gibi bir fikir var aklımda. 

Mayıs ayında okuyacaklarıma gelelim şimdi de. Her ne kadar nisan ayında iki kitap okumuş olsam da, mayıs ayına umutla bakıyorum! - Ayın onuna geldik henüz bir kitap bitirdim diğer bir kitabı yarıladım fakat olsun, umutluyum -

Aslında bu kitapların ismini buraya yazmamın sebebi de, hem ''Bak bir kere yayınladım, hadi Nisan zorla kendini'' imajı yaratmak zihnimde, hem de ne tarz kitaplar okuduğum hakkında, belki de daha önce görmediğiniz kitaplar hakkında fikir sahibi olmanız. Yorumlarını yapamıyorum, bari göstereyim diye düşündüm yani, ne yapayım. 


  • Franz Kafka- Dava
  • Judith McNaught - Koru Beni
  • Karl Marx- Kapital -manga-
  • Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
  • Stefan Zweig - Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
İşte mayıs ayı için hayaller böyle oldu, bakalım sonuç ne olacak. (OKUYAMADI)
Eğer bu aralar ne okuduğunuzu, favori kitaplarınızı ya da herhangi bir şeyi benimle paylaşmak isterseniz çok mutlu olurum, görüşmek üzere ! 


3 Nisan 2016 Pazar

Mart Ayında Okuduklarım | 2016

Bu ay beş tane kitap okudum ki daha az okuyacağımı sanıyordum sınav haftam olmasından dolayı. Tek sorun, beş kitaptan sadece bir tanesini tam manasıyla beğenmiş olmam, nedenlerini anlatacağım zaten. Hadi başlayalım! 

Bu ay okuduğum ilk kitap Harlan Coben'in Asla Vazgeçme'si. ''Şubat Ayında Okuduklarım'' yazımı da okuyan varsa eğer hatırlayacaktır, geçen ay da yazarın Orman kitabını okumuştum ve çok beğendiğim için yazarın elimdeki diğer kitabını da bekletmemek istedim. 
Adam'ın en yakın arkadaşının intihar etmesi üzerine ailesi de Adam için endişeleniyor ve Adam'ın yaptığı her adımı kontrol altına almaya çalışıyorlar. Adam'ın arkadaşlarıyla olan mesajlaşmalarını okumaları üzerine yolunda gitmeyen bazı şeylerle karşılaşıyorlar ve olaylar bu şekilde başlıyor. 
Kitabın sevmediğim yanlarına gelirsek;
  • Yazarın anlatımı gerçekten akıcı, sıkıcı bir kitap değildi ama konusu itibariyle okuyucuda merak uyandırmıyordu
  • Yazarın diğer kitabında olduğu gibi bu kitapta da yazardan bir şeyler, ufak ufak verilen mesajlar bekledim ama öyle bir şeye rastlamadım
  • Kitabın sonunu da heyecan verici ya da ''ters köşe'' yapan türden bulamadım
Kitaba puanım 4/5 oldu. 

Bu ay okuduğum ikinci kitap ise Aylak Adam. Ay içerisinde kitabı okusam mı okumasam mı diye düşünürken sonunda bitirebildim. Sanırım yazarın diline alışık olmadığımdan kitabın içerisine girmem ilk aşamada zor oldu, ama daha sonrasında bu sorun ortadan kalktı. Yine de beklentimi tam olarak karşılayan bir kitap olmadı ne yazık ki. Kitaba puanım 4/5

Ve işte bu ayı güzel kılan kitap, Ceza Sömürgesi. Her bir cümlesini, karakterlerini analiz ede ede okuduğum, günümüze indirgenecek  bir çok özelliğe rastladığım çok fazla şey vardı. Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum, ve lütfen; Kafka'yı yalnızca okumayın. Tahliller yapın, notlar alın ve kitaptan alabileceğiniz her şeyi alın!

Okuduğum diğer kitap ise, Trendeki Kız. Zaten kitabı birçoğunuz ya okuduğunuz ya da daha önce birçok kez gördüğünüzden konusundan bahsetmeyeceğim. Sadece yine kitabın sonunu çok çarpıcı bulamadım. Bu yüzden kitaba puanım 4/5

Ve bu ay okuduğum son kitap ise Aşkın Şarkısı. Kitabı çok isteyerek aldım, kitabı alırken beklentim ne yöndeydi bilmiyorum ama kitabı beğenmedim. Karakterlerin birbirleriyle ilişkileri, erkek karakterin bir dediğinin bir dediğini tutmaması ve hatta olayların başlangıcı bile fazlasıyla garipti. Kitaba puanım 3/5 


Görüşmek üzere!

9 Mart 2016 Çarşamba

Şubat Ayında Okuduklarım | 2016

Her ne kadar bir şeyleri aksatmamaya özen göstersem de, bazı şeyler daha öncelikli oluyor ve ne kadar çabalarsak çabalayalım geri planda kalan şeyler muhakkak oluyor. Burada kitap yorumu yapamıyorum mesela son zamanlarda, ve kitap okuma hızım da düştü. Son derece iç karartıcı bir girişten sonra, gecikmeli de olsa şubat ayında okuduklarıma gelelim.
Bu ay altı kitap okumuşum. Ocak ayına kıyasla biraz az ama kendi içinde değerlendirirsek ve bu ay şuana kadar okuduğum kitap sayısını göz önüne alırsak son derece iyi. 

  • Orman - Harlan Coben 5/5
  • Sırça Köşk- Sabahattin Ali 4/5
  • Oyunbaz-Wulf Dorn 5/5
  • Pelikan Çıkmazı- Debbie Macomber 5/5
  • Katip Bartleby - Herman Melville 4/5 
  • Kinyas Ve Kayra - Hakan Günday 5/5 
Beş puan verdiğim kitapların yorumlarını zaten ayrı olarak gireceğimden onlara yorum yapmayacağım şuan için. Dört puan verdiğim kitaplarda bir puanı nereden kırdığımından ve kitapların konularından kısaca bahsetmek istiyorum.

Sırça Köşk, yazarın okuduğum üçüncü kitabıydı. Diğerlerinden farklı olarak önceden okuduğum iki kitap da yazarın romanı, bu kitap ise öykülerden oluşan bir kitaptı. Bir puanı kırmamın sebebi ise, gerçekten kendime bir pay çıkaramadığım bir iki öykünün olması ve genel manada kitaba daha büyük bir beklentiyle başlamış olmamdı. 
Katip Bartleby, konusuyla ilgimi son derece çeken bir kitaptı. Yapmamayı ''tercih'' eden bir katibin hayatını anlatıyor diyebilirim kısaca. Bir puanı kırmamın sebebi ise, katibin hayatının önceki kısmını da merak etmem ve bu konuyla ilgili kitapta çok bir şeyin bulunmamasıydı. Önemli bir ayrıntı verilmişti evet, ama eksik kaldığını düşünüyorum. Beş puan verip vermemek arasında çok kararsız kaldım ama sonrasında dört puan vermenin daha adil olduğunu düşündüm çünkü bu ay okuduğum kitaplar arasında ciddi manada beğendiğim kitaplar oldu, ama kitabı kesinlikle tavsiye ederim.


Benim şubat ayında okuduklarım ve söylemek istediklerim bunlardan ibaret. Siz şubat ayında kaç kitap okudunuz ya da bu kitaplardan okuduklarınız var mı, beğendiniz mi? Benimle paylaşırsanız mutlu olurum! 

17 Şubat 2016 Çarşamba

Kitap Yorumu | Oyunbaz

Kitabı bitireli yaklaşık on-on bir gün oldu fakat yorum yazmak için uygun zamanı bulamadım bir türlü. Aslında şuan da uygun bir zaman değil ama, her gün birbirinin aynısı şeklinde devam ettiğinden ve o ''uygun zamanı'' bulmam bir hayli zor olacağından, şuan buradayım. 

Polisiye- gerilim türündeki kitapları okumayı çok seviyorum. Bu türe biraz ara vermiştim ama bu ay bu duruma bir son verdim, ve geri dönüşümü böyle bir kitapla yaptığım için de çok mutluyum.

Kitabımızın konusuna gelecek olursak, ana karakterimiz Jan bir gün beklenmedik bir zamanda, kimden geldiği belli olmayan güller alıyor. İlk önce güllerin kız arkadaşı tarafından gönderildiğini sanıyor ve bu olayın üzerinde pek durmuyor. Ama sonrasında güllerin kız arkadaşı tarafından gelmediğini öğreniyor. İlerleyen zamanlarda güller gibi kimden geldiği belli olmayan mektuplar da almaya başlıyor. Mektuplar, güller ve kasabadaki cinayetler arasında bir bağlantı kurmaya başlıyor. Ve takip edildiğini fark ediyor. 

Yazarın hayal dünyasını gerçekten çok ama çok beğendim. Bir erkeğe saplantılı bir şekilde aşık olan bir kadın çizmesi -bu bir sır değil, kitabın başlarında öğreneceksiniz zaten- yani bu kadar olayı bir kadının yapması, çok ayrı bir şeydi benim için. 

Yazarın hayal dünyası kadar, dilini de çok beğendim, konu ne kadar güzel olursa olsun onu pek de çekici kılamayan, anlatımla gözümüzdeki değeri azalan pek çok kitap biliyoruz.  
Bazı kitapların yazarlarının ''Ben x türünde yazıyorum, belli bir olayım, karakterlerim var bunu anlatabileyim yeter'' dediklerini düşünüyorum ben genelde. Yani, yazarın bir konu hakkında eleştirisini dile getirmediği -ki bunu nerede kullandığı ne biçimde anlattığı da çok önemli tabi ki- sadece kitabının konusu çerçevesinde bir şeyler yaptığı kitapları pek sevemiyorum ben. Oyunbaz da bu yönüyle diğer polisiye türündeki kitaplardan, hatta birçok kitaptan ayrılan bir kitap oldu benim için. 

Kitabın sonunda da şok olduğumu söylemeden geçmeyeyim. ''Katil kim'' mantığıyla neredeyse herkesten şüphe ederek okudum kitabı ama, yok... Gerçekten yazarı tebrik etmek lazım.
Oyunbaz benim 2016 favorilerime şimdiden dahil olmuştur! Kaliteli bir gerilim romanı okumak isteyenlere tavsiye edilir! 

13 Şubat 2016 Cumartesi

Filmlerden konuşmaya da var mıyız? || Hayat Güzeldir

Kitap yorumları hazır ama elimde fotoğraf olmadan onları yayınlayamıyorum. Bu sürede de burası boş kalsın istemediğimden favori filmlerimden bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim.

Aslında film iki kısımdan oluşuyor. Filmin ilk yarısı, biraz daha romantik türde. II. Dünya Savaşı öncesi Guido ve Dora'nın tanışmasına, yaşadıkları ilişkiye, evliliklerine şahit oluyoruz.
 Filmin ikinci yarısında ise II. Dünya Savaşı başlıyor. Yahudi olduklarından dolayı Guido ve Giosue ( Guido ve Dora'nın oğlu) Giosue'nin doğum gününde zorla bir trene bindirilip toplama kampına götürülüyor.  Yahudi olmamasına rağmen Dora ailesiyle birlikte aynı trene binmek istiyor ve farklı vagonlarda toplama kampına götürülüyorlar.

Filmde bir babanın oğlu için neler yapabileceğini, imkanları nasıl zorlayabileceğini ve belki de en önemlisi çok zor durumlarda bile gülümsemeyi bilmemiz gerektiğini çok net bir şekilde görüyor, farkına varıyoruz.
Konuyu çok iyi anlatamadığımı biliyorum fakat başka nasıl anlatabilirdim bilemiyorum. Filmde beni etkileyen -filmin başından sonuna kadar her sahnesi etkileyici olsa dahi- özellikle birkaç sahne vardı fakat onları buraya aktarmam izlemek isteyenler için pek de doğru olmazdı. 

Filmi farkına varmanızda  ya da filmi önceden izlemiş ve şuan olayların gözünüzün önünde geçmesinde bir payım olduysa; ne mutlu bana! 
Kitap yorumlarıyla birlikte çok kısa bir süre sonra tekrar görüşeceğimizi umuyorum,kendinize iyi bakın! 

4 Şubat 2016 Perşembe

Dizilerden konuşmaya da var mıyız? | Teen Wolf

Bu yazıda kendimi yer yer ifşa edecek ve hüzünlü, dibine kadar ''umutsuzluk'' barındıran aşkımdan bahsedeceğim... Kendimi biraz rezil edeyim, daha sonra kaldıracağım bu yayını, meraklanmayın!

Benimle ilgili yakın arkadaşlarımın, hatta bir-iki defa konuştuğum insanların da net olarak bildiği şeylerden biri; Tyler Posey'e aşığım... Şimdi diziyi bilmeyenler ''Evlendirme programına çevirme burayı, diziyle ilgili yoruma gel'' diyebilirler ama sevgili Güzin ablalarım, olay tam da orada başlıyor. Dizinin başrolü Tyler, onu tanımam da bu şekilde oldu zaten. Ben ''Tatildeyim, umrumda mı dünya!'' modundayken arkadaşım yeni bir diziye başladığını ve başrolün çok yakışıklı olduğunu söyledi. Tabi ben de tatilden döner dönmez bir hışımla diziye başladım ve taa daa! Bir bölümü on kere izlemeler, doğduğu saate kadar araştırmalar, sosyal medyanın aklınıza gelen her türlü yerinden mesajlar atmalar. (Sırf daha çok şey yazabilmek, yazdığı her şeyi anlayabilmek adına günde yüz adet İngilizce kelime ezberledim ve şuan ki İngilizcemin gelişmişlik seviyesini ona borçluyum! Sevginin gücü adına!!) 

Tabi ki bahsetmek istediğim asıl olay bunlar değil, sadece sanırım biraz saçmalamak ve daha samimi bir ortam adına bunları da eklemek istedim. Artık yayınlarımı okumaktan kaçınırsanız, gerçekten size kızamam! 
Diziyi dördüncü sezonunda bıraktım ve bundan hiç mutlu değilim işin gerçeği. Özlediğim o kadar çok şey var ki diziye dair... 
 Benim ''fantastik'' anlayışım sanırım biraz farklı. Olayların çok az bir seviyede olması bile benim için yeterli oluyor, ben daha çok dostluğa, beni eğlendirip eğlendirmemesine bakıyorum niyeyse; bunları arıyorum dizide. Ve sevdiğim birçok karakterin diziden çıkmasıyla, Kira'nın diziye girmesiyle -nefret içerikli söylemlerden kaçındığım için bu konuya değinmeyeceğim- diziyi bıraktım. 
Bunu daha çok sizin bana tavsiye vermeniz için yazdım. Ey Teen Wolf izleyenler! Diziye devam etmeli miyim? Eski tadı var mı dizinin? Yardımcı olacak birileri çıkarsa ya da dizi hakkında konuşmak isteyen biri, çok memnun olurum.

Bu bolca saçmalığın olduğu yazıyı okuyanlara gerçekten teşekkür ediyorum! 




3 Şubat 2016 Çarşamba

Ocak Ayında Okuduklarım | 2016

Ay sonunda böyle bir yayın paylaşacağımdan elimden geldiğince fazla kitap okumaya çalıştım, ve bunu başardım! - Burada alkış sesleri yükseliyor- 
Bu ay sekiz kitap okudum. Tamam itiraf ediyorum; ince kitaplardı. -Alkış sesleri yerini kınayıcı mırıldanmalara bırakıyor-  Ama benim okumaktan daha çok zevk aldığım türden kitaplar okudum ve onlar da belli bir kalınlıkta oluyor genelde. 

Burada kitapların uzun uzun konularından bahsetmeyeceğim sadece ayrıntıya inmeden neyi sevip sevmediğimi, kaç puan verdiğimi yazacağım yanlarına. Zaten çok beğendiğim, tavsiye ettiğim kitapların yorumunu ayrı şekilde gireceğim ki bir kısmını girdim zaten. 


(''Cehennem'' kitabını yani Provıdence üçlemesini okumak isteyeniniz varsa, kitabın yorumu atlayın isterseniz. Kitabı okuyacaklar için çok büyük bir şey söylediğimi düşünmüyorum ama rahatsız olanlar olabilir.) 
  • Jennıfer E. Smıth - Hayallerim Sen Ve Ben 2/5  Lucy ve Owen bir gün tüm şehirde elektriklerin kesilmesiyle yaşadıkları apartmanın asansöründe mahsur kalıyorlar, karakterlerimizin tanışması bu şekilde meydana geliyor. Kitap böyle başlayınca ''Kitap boyunca aşk zehirlenmesi yaşayacağım, anladım'' diye düşünsem de durum hiç de sandığım gibi olmadı. Tanıştıkları gecenin ardından, Lucy Avrupa'ya taşınıyor; Owen ise Amerika'nın batısına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Yazarın sıradan bir aşk hikayesi yazmama fikri güzeldi ama kitabın yarısına kadar hatta belki daha da fazlasında, karakterin birbirleriyle alakaları yoktu ve ondan sonraki kısımı da beğenmedim açıkçası, her şeyin çok oldu bittiye getirildiğini düşünüyorum. Hal böyle olunca iki puan verdim.
  • Andy Weır - Marslı 5/5  Zaten kitap hakkında ayrı bir yazı girmiştim, daha fazla bir şey söylemeyeceğim. Dilerseniz, oradan ayrıntılı yorumuma ulaşabilirsiniz.
  • Jamıe McGUIRE - Cehennem 4/5 Provıdence üçlemesinin ikinci kitabı. İlk kitabı kalın olmasına rağmen çok kısa zamanda okuduğumdan, Marslı gibi yoğun bir kitaptan sonra çabucak okuyabileceğimi düşündüğümden kitabı okumaya karar vermiştim. Üçlemeyle ilgili genel sorunum Jared karakterinin ''mükemmel erkek'' olması. Özel bir durumları var anlıyorum ama, insan hiçbir şeye sinirlenmez mi? Gerçekten bunaldım! Ve başka okuyucular tarafından sorun olabilecek bir başka şey ise aksiyon kısmı biraz zayıf. Kitabın ilk yarısını bitirdikten sonra, şöyle üç dört sayfada bir şeyler oluyor ne oluyorsa. Ama kitap boyunca bir şey olacağının sinyalini alıyoruz gibi geliyor bana, o yüzden dert etmedim. İkinci kitabın da ilk kitap gibi ''Gökten üç elma düştü...'' dercesine mutlu bir şekilde bitmesi çok hoşuma gitmedi ama, genel manada sevdiğim bir kitap/üçleme.
  • Stefan Zweig- Satranç 5/5 Ayrıntılı yorumu gelecek, çok sevdiğim bir kitap oldu kendisi kesinlikle tavsiye ederim.
  • Albert Camus- Düşüş 4/5  Ya ben kitabı tam manasıyla kavrayamadığımdan, mesajı göremediğimden kitap baştan sona mükemmeldi diyemiyorum. Ama öyle yerler, öyle cümleler  vardı ki ... Eleştirmek şu aşamada benim haddime değil gibi geliyor ama, beş puan verirsem de çok doğru olmayacağını düşündüğümden dört puan verdim.
  • Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna 5/5  Sadece ocak ayı içerisinde değil, bütün bir yıl içinde favorim olabilecek bir kitaptı kesinlikle. Detaylı yorumunu girdiğim için çok bir şey söylemiyorum, isterseniz ona da göz atabilirsiniz.
  • Franz Kafka - Babaya Mektup 5/5 Bu kitap hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Beni yadırgayanlar olacaktır belki ama, Kafka'nın en etkilendiğim kitabı şuana kadar Babaya Mektup oldu. Başlarsam susamayacağım, detaylı yorumunu en yakın zamanda girmeyi planlıyorum.
  • Virginia Woolf - Dalgalar   Kitap için henüz bir değerlendirme yapmadım çünkü hala düşünüyorum. Çok etkilendiğim, çokça alıntı yaptığım ama bazı yerlerinde de sıkıldığım bir kitaptı. Bunun sebebini anlamaya çalışıyorum o yüzden ne söylersem söyleyeyim yanlış olacak
Uzun uzun yorum yapmayacak, sadece verdiğim puanları söyleyecektim değil mi? Susamıyorum arkadaşlar, susamıyorum! Eğer buraya kadar okuduysanız gerçekten çok ama çok teşekkür ediyorum. 
Kitap okumaya bol zamanınızın olması dileğiyle, kendinize iyi bakın! 





28 Ocak 2016 Perşembe

Ne okuyorum? | Dalgalar

Virginia Woolf'un hayat hikayesini okuduğumdan belli yazarın kitabını okuyabilmek için inanılmaz bir istek duyuyordum ama okul yoğunluğundan kitaba tam manasıyla kendimi veremeyeceğimden tatili beklemeye karar verdim. 
Kitabı birkaç gündür okumama rağmen henüz yarısına bile gelebilmiş değilim. Bunun sebebi, her bir cümlede durup not almam. Yazılan her şey, söylenen her söz şiir gibi sanki. Kitap okuduğumuz/okuduğunuz diğer kitaplardan çok, çok farklı bu ve  bunun gibi bir çok yönüyle. Kitabın konusuna gelirsek altı ayrı karakterin iç dünyasını anlatılıyor ve bu yapılırken  de toplumu ,hatta belki de kendini, eleştirmekten çekinmemiş yazar. 

'Okumak için okunan'' bir kitap değil kesinlikle Dalgalar. Boş bir zamanda, bütün cümleleri özümseyerek, üzerinde düşünerek okunması gereken bir eser. Bu bazı okuyucuları sıkabilir, belki kitaba adapte olmayı zor kılabilir o yüzden herkese tavsiye edebileceğim türden bir kitap değil. Ama ben kesinlikle bayıldım! Üzerine düşünmeden tek seferde yazdığım bir yorum oldu, daha çok ''ön izlenim'' tarzı bir şey. Kitap bittikten sonra, kafamı toparlayıp bir yorum daha gireceğim kesinlikle, şimdilik bu kadar! 

''..Kendilerine bir şey söylendiğinde ne diyeceğini bilirler onlar. Gerçekten gülerler; gerçekten kızarlar. Oysa ben önce bakmalıyım, ötekiler yaptıktan sonra onlar gibi yapmalıyım..''

22 Ocak 2016 Cuma

Kitap Yorumu | Kürk Mantolu Madonna

Bazı kitapların-filmlerinde sonunda, anlamlandıramadığınız şeyler hissedersiniz. Bir hüzün çöker içinize, ki bu hüzünden daha fazlasıdır. Yanınızda o an kim varsa ''Ne oldu?'' dediğinde önce anlatmaya çalışır, ardında konuşmayı devam ettiremezsiniz; konuşmak zor gelir,o hüzün sizi ele geçirir ve konuşmanıza izin vermez ya hani, kitabın sonunda tam olarak onu yaşadım. 

Kitabın bitmesine yaklaşık otuz sayfa kala ne olacağını anladım. Kitabı kapattım, başka şeylere vermeye çalıştım kendimi, olmadı. ''Bir umut'' diyerek okumaya devam ettim ama, ne yazık ki beklediğim şeydi karşımdaki son. Uzun bir süreyi duvarla bakışarak geçirdikten sonra yorumu duygularım henüz tazeyken yazmak üzere oturdum bilgisayar karşısına. 

''Ben de yalnızım'' dedi bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak. ''Boğulacak kadar yalnızım..'' diye devam etti ''hasta bir köpek kadar yalnız..''

Kaliteli kitaplar elbette okuyorum, hiçbir kitaba asla haksız etmek istemem ama bu, bambaşkaydı. O kadar normal, o kadar yaşamdan bir konu öyle güzel anlatılmış ki. Karakterler de bu hikayeye bir o kadar uygundu.
 Kimse kusura bakmasın, şuana kadar okuduğum kitaptaki hiçbir bayan karakteri sevmedim; ama Maria! Ah, Maria! 
Kitabın beğenildiğini biliyorum ama yine de size benim kadar etkileneceğinizin garantisini tabi ki veremem. Belki Maria ile kendimi çok benzettiğimden, belki hikaye bir anda beni ele geçirdiğinden bu kadar çok etkilendim, bilemiyorum. Ama bu kitap... Yazarın okuduğum ilk kitabı değildi ama, kesinlikle bu kadar çok etkilendiğim bir kitabı daha olmamıştı. Bende etkisini hiç yitirmeyecek, adı nerde geçse bir ''Ah be'' dedirtecek kitap, kuşkusuz. 

Kişisel yorumumu bir kenara bırakıp kitap hakkında bilgi verme kısmına geçmek istiyorum ki bunu çok kısa bir şekilde özetleyeceğim, çok fazla ayrıntı verirsem okumayanlar için kitabın tadı kalmayacak. Hani bazı insanlar vardır, kimseye bir zararı dokunmamıştır, kimsenin onunla bir alıp veremediği yoktur ama, çevresi tarafından görülmez işte. Silik bir tiptir, yitip gitmiştir. Raif tam da böyle adamlardan. İşe yeni başlayan ve odasını paylaştığı arkadaşının bu durum bir şekilde ilgisini çekiyor ve Raif'i yakından tanımayı aklına koyuyor ve kitapta Raif'in hayatının bir kısmına ama aslında tamamına şahit oluyoruz. 

Karakterlerin kendi aralarında konuştuğu konular da son derece manidar konulardı, bunu da belirtmek isterim. Kitap için söyleyebildiğim şeyler bu kadar. Bende bıraktığı etki inanılmaz olduğundan haliyle bu kadar anlatabildim, elimden daha fazlası gelmedi. Lütfen kitabı alın, okuyun! 

(Fotoğrafın da kusuruna bakmayın lütfen, yorumumu hemen girmek istediğimden çabucak bunu çekebildim. Ki tabloyu, acayip bir şekilde Maria ile ilişkilendiriyorum. Artık ne kadar etkisinde kaldıysam! Yakın bir zamanda fotoğrafı değiştireceğim.) 




18 Ocak 2016 Pazartesi

Kitap Yorumu: Andy Weır | Marslı

Yeni yılın biten ikinci kitabıyla karşınızdayım. Artık her ay sonunda, acınacak sayıda kitap okusam bile ''... Ayında Okuduklarım'' şeklinde okuduğum kitapları, kaç puan verdiğimi yazacağım, sadece gerçek anlamda çok sevdiğim kitapların ayrı bir yorumunu yapmayı düşünüyorum. Bu yüzden yılın ikinci kitabıyla başlamış oldum! 

''Altı gün önce Mark Watney Mars'a ayak basan ilk insanlardan biriydi. Şimdi ise orada ölmesi kesin''

Kitapta çok fazla terim geçtiğinden kitaba okumam gözüyle bakıp filme gitmeyi tercih etmiştim. Daha sonra dayanamayıp kitabı alsam da, öncesinde filmini izlediğim için hiç pişman değilim. Evet, kitabı genelde olduğu gibi filminden daha iyiydi. Ama karakterleri, olay örgüsünü, bazı terimleri genel manada anlamamda filmin çok katkısı oldu. Sonunu bildiğim halde hiç sıkılmadan, büyük bir zevkle okudum kitabı. 
Yazarın ilk kitabı olmasına rağmen bu kadar iyi bir eser ortaya koyması beni hem çok şaşırttı hem de çok mutlu etti. 

Kitap için söylemek istediklerim bunlardan ibaret. Buraya çok uzun bir yorum girmek isterdim ama, yapamıyorum! Objektif olmak isterdim, olamıyorum! Eğer filmi izleyip bununla yetiniyor, benim gibi kitaptaki terimlerden korkuyorsanız, korkmayın. Bu kesinlikle kitabı sıkıcı yapmıyor, aksine çoğu kitaptan daha farklı, daha doyurucu olmasını sağlıyor. 


(Ve son olarak; MARK    Bunu söylemeden yazımı sonlandıramazdım ama, değil mi?  )

17 Ocak 2016 Pazar

Dizilerden konuşmaya da var mıyız? | Friends

Selamlar! Bundan birkaç gün önce artık burada sadece kitap yorumu yapmayacağımı belirtmiştim. Bugün de yazacaklarımı netleştirdim ve bilgisayarın başına geçtim. 
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bahsedeceğim dizi Friends (Başlıkta ''dizi'' olarak özellikle belirtmedim; dizilerle hiç alakası olmayan biri olarak ben dahi dizinin adını duymuştum, siz de bilirsiniz değil mi? Bilmiyorsanız da problem değil,söylemiş oldum işte!)

Bundan iki üç ay önce, nerede dizi-film sohbeti başlasa ''Ya ben bir şey izlemiyorum'' deyip oturduğu yere sinen, dizideki-filmdeki diyalogları bilmediğinden olayı kavrayamayan bir insandım. Bunun eksikliğini de iki üç ay öncesine kadar hissetmedim, ne acı!
 Biz kitapseverler olarak nasıl ''Kitap okurken uykum geliyor'' diyenlere ''Bu ne diyor be, kitap okurken uyku mu gelirmiş'' ifadesiyle bakıyorsak, bu dizi-film için de geçerli olmalı. Yani sadece ''Kitap okuyorum/Çok iyi basketbol oynuyorum/ Çok güzel gitar çalıyorum; yeterli işte'' demek olmuyor. İnsanın kesinlikle çok yönlü olması gerektiğine inanıyorum. Ve o yüzden bir karar aldım; o ay içinde ne kadar kitap okuyorsam o kadar film izlemeye, ''bana uygun'' olan dizilerin en az beş-altı bölümünü izlemeye çalışıyorum ki şuana kadar gayet başarılı ilerledim.

İşte bu dönemde, hem hayatımın bir parçası haline gelecek,bana bir şeyler öğretecek, aynı zamanda yüzümü güldürecek, bölümleri de çok uzun sürmeyen bir dizi aramaya koyuldum. Ve Friends'e başladım. (''Bölümü çok uzun süremese ne olacak, on sezon!'' diyorsanız eğer, bu benim için kesinlikle problem değil. Bir bölümü uzun süre izleyemiyorum, kırk dakika bana çok geliyor. Ama izledikçe bitmemesi o diziyi hayatımın bir parçası haline getirdiğinden, bunu seviyorum.)
Dizinin henüz çok başındayım, ki diziye tam manasıyla hakim olmak da biraz zaman alacak. (Dizi bir efsane, gerçek manada on sezondan oluşan koca bir efsane!) Ama eğer böyle bir platformda yazmaya başlayacaksam bu, Friends olmalıydı.
 Dizide her şey o kadar mükemmel ki. Bir günde bir sezonu bitirdim. Ben! BEN! Tabi ki de her dizide olabileceği gibi karakterinizin uymadığı karakterler oluyor dizide ama zaman geçtikte onun da gerekliliğini fark ediyorsunuz.
Dostluğu, sevgiyi, yardımlaşmayı ve daha bir çok şeyi bana yeniden hatırlatan ''Dizi bittiğinde ne yapacağım?'' sorusuyla beni derin bir hüzün içine sokmayı başaran, mükemmel bir dizi.
Etkilendiğim ve sonrasında tekrar izlemek için not aldığım birçok bölüm oldu daha şimdiden!
Böyle bir karar aldığım ve böyle bir diziyle ,benim için diziden daha fazla şeyi ifade ediyor, tanıştığım için çok mutluyum.




İnsanın oturup kendini sorgulaması inanılmaz güzel ve insana olumlu sonuçlarla dönecek bir şey. 
Hiç kimse kusursuz olmak zorunda değil. ''Kusur'' nedir ki zaten? Kime göre, neye göre? Başkalarının yapmaktan çok zevk aldığı, delicesine sevdiği şeyleri biz sevmiyor olabiliriz, bu gayet normal. Ama hiç farkında olmadığımız ve yaparsak bize çok şey katacak, çok keyif alacağımız şeyler mutlaka çıkacaktır. O yüzden kendimizi sorgulayalım. Gelişebildiğimiz kadar gelişelim, başkalarına göre eksiklerimiz hala var olacak ama biz kendimizi eksik hissetmeyene kadar durmayalım.