17 Şubat 2016 Çarşamba

Kitap Yorumu | Oyunbaz

Kitabı bitireli yaklaşık on-on bir gün oldu fakat yorum yazmak için uygun zamanı bulamadım bir türlü. Aslında şuan da uygun bir zaman değil ama, her gün birbirinin aynısı şeklinde devam ettiğinden ve o ''uygun zamanı'' bulmam bir hayli zor olacağından, şuan buradayım. 

Polisiye- gerilim türündeki kitapları okumayı çok seviyorum. Bu türe biraz ara vermiştim ama bu ay bu duruma bir son verdim, ve geri dönüşümü böyle bir kitapla yaptığım için de çok mutluyum.

Kitabımızın konusuna gelecek olursak, ana karakterimiz Jan bir gün beklenmedik bir zamanda, kimden geldiği belli olmayan güller alıyor. İlk önce güllerin kız arkadaşı tarafından gönderildiğini sanıyor ve bu olayın üzerinde pek durmuyor. Ama sonrasında güllerin kız arkadaşı tarafından gelmediğini öğreniyor. İlerleyen zamanlarda güller gibi kimden geldiği belli olmayan mektuplar da almaya başlıyor. Mektuplar, güller ve kasabadaki cinayetler arasında bir bağlantı kurmaya başlıyor. Ve takip edildiğini fark ediyor. 

Yazarın hayal dünyasını gerçekten çok ama çok beğendim. Bir erkeğe saplantılı bir şekilde aşık olan bir kadın çizmesi -bu bir sır değil, kitabın başlarında öğreneceksiniz zaten- yani bu kadar olayı bir kadının yapması, çok ayrı bir şeydi benim için. 

Yazarın hayal dünyası kadar, dilini de çok beğendim, konu ne kadar güzel olursa olsun onu pek de çekici kılamayan, anlatımla gözümüzdeki değeri azalan pek çok kitap biliyoruz.  
Bazı kitapların yazarlarının ''Ben x türünde yazıyorum, belli bir olayım, karakterlerim var bunu anlatabileyim yeter'' dediklerini düşünüyorum ben genelde. Yani, yazarın bir konu hakkında eleştirisini dile getirmediği -ki bunu nerede kullandığı ne biçimde anlattığı da çok önemli tabi ki- sadece kitabının konusu çerçevesinde bir şeyler yaptığı kitapları pek sevemiyorum ben. Oyunbaz da bu yönüyle diğer polisiye türündeki kitaplardan, hatta birçok kitaptan ayrılan bir kitap oldu benim için. 

Kitabın sonunda da şok olduğumu söylemeden geçmeyeyim. ''Katil kim'' mantığıyla neredeyse herkesten şüphe ederek okudum kitabı ama, yok... Gerçekten yazarı tebrik etmek lazım.
Oyunbaz benim 2016 favorilerime şimdiden dahil olmuştur! Kaliteli bir gerilim romanı okumak isteyenlere tavsiye edilir! 

13 Şubat 2016 Cumartesi

Filmlerden konuşmaya da var mıyız? || Hayat Güzeldir

Kitap yorumları hazır ama elimde fotoğraf olmadan onları yayınlayamıyorum. Bu sürede de burası boş kalsın istemediğimden favori filmlerimden bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim.

Aslında film iki kısımdan oluşuyor. Filmin ilk yarısı, biraz daha romantik türde. II. Dünya Savaşı öncesi Guido ve Dora'nın tanışmasına, yaşadıkları ilişkiye, evliliklerine şahit oluyoruz.
 Filmin ikinci yarısında ise II. Dünya Savaşı başlıyor. Yahudi olduklarından dolayı Guido ve Giosue ( Guido ve Dora'nın oğlu) Giosue'nin doğum gününde zorla bir trene bindirilip toplama kampına götürülüyor.  Yahudi olmamasına rağmen Dora ailesiyle birlikte aynı trene binmek istiyor ve farklı vagonlarda toplama kampına götürülüyorlar.

Filmde bir babanın oğlu için neler yapabileceğini, imkanları nasıl zorlayabileceğini ve belki de en önemlisi çok zor durumlarda bile gülümsemeyi bilmemiz gerektiğini çok net bir şekilde görüyor, farkına varıyoruz.
Konuyu çok iyi anlatamadığımı biliyorum fakat başka nasıl anlatabilirdim bilemiyorum. Filmde beni etkileyen -filmin başından sonuna kadar her sahnesi etkileyici olsa dahi- özellikle birkaç sahne vardı fakat onları buraya aktarmam izlemek isteyenler için pek de doğru olmazdı. 

Filmi farkına varmanızda  ya da filmi önceden izlemiş ve şuan olayların gözünüzün önünde geçmesinde bir payım olduysa; ne mutlu bana! 
Kitap yorumlarıyla birlikte çok kısa bir süre sonra tekrar görüşeceğimizi umuyorum,kendinize iyi bakın! 

4 Şubat 2016 Perşembe

Dizilerden konuşmaya da var mıyız? | Teen Wolf

Bu yazıda kendimi yer yer ifşa edecek ve hüzünlü, dibine kadar ''umutsuzluk'' barındıran aşkımdan bahsedeceğim... Kendimi biraz rezil edeyim, daha sonra kaldıracağım bu yayını, meraklanmayın!

Benimle ilgili yakın arkadaşlarımın, hatta bir-iki defa konuştuğum insanların da net olarak bildiği şeylerden biri; Tyler Posey'e aşığım... Şimdi diziyi bilmeyenler ''Evlendirme programına çevirme burayı, diziyle ilgili yoruma gel'' diyebilirler ama sevgili Güzin ablalarım, olay tam da orada başlıyor. Dizinin başrolü Tyler, onu tanımam da bu şekilde oldu zaten. Ben ''Tatildeyim, umrumda mı dünya!'' modundayken arkadaşım yeni bir diziye başladığını ve başrolün çok yakışıklı olduğunu söyledi. Tabi ben de tatilden döner dönmez bir hışımla diziye başladım ve taa daa! Bir bölümü on kere izlemeler, doğduğu saate kadar araştırmalar, sosyal medyanın aklınıza gelen her türlü yerinden mesajlar atmalar. (Sırf daha çok şey yazabilmek, yazdığı her şeyi anlayabilmek adına günde yüz adet İngilizce kelime ezberledim ve şuan ki İngilizcemin gelişmişlik seviyesini ona borçluyum! Sevginin gücü adına!!) 

Tabi ki bahsetmek istediğim asıl olay bunlar değil, sadece sanırım biraz saçmalamak ve daha samimi bir ortam adına bunları da eklemek istedim. Artık yayınlarımı okumaktan kaçınırsanız, gerçekten size kızamam! 
Diziyi dördüncü sezonunda bıraktım ve bundan hiç mutlu değilim işin gerçeği. Özlediğim o kadar çok şey var ki diziye dair... 
 Benim ''fantastik'' anlayışım sanırım biraz farklı. Olayların çok az bir seviyede olması bile benim için yeterli oluyor, ben daha çok dostluğa, beni eğlendirip eğlendirmemesine bakıyorum niyeyse; bunları arıyorum dizide. Ve sevdiğim birçok karakterin diziden çıkmasıyla, Kira'nın diziye girmesiyle -nefret içerikli söylemlerden kaçındığım için bu konuya değinmeyeceğim- diziyi bıraktım. 
Bunu daha çok sizin bana tavsiye vermeniz için yazdım. Ey Teen Wolf izleyenler! Diziye devam etmeli miyim? Eski tadı var mı dizinin? Yardımcı olacak birileri çıkarsa ya da dizi hakkında konuşmak isteyen biri, çok memnun olurum.

Bu bolca saçmalığın olduğu yazıyı okuyanlara gerçekten teşekkür ediyorum! 




3 Şubat 2016 Çarşamba

Ocak Ayında Okuduklarım | 2016

Ay sonunda böyle bir yayın paylaşacağımdan elimden geldiğince fazla kitap okumaya çalıştım, ve bunu başardım! - Burada alkış sesleri yükseliyor- 
Bu ay sekiz kitap okudum. Tamam itiraf ediyorum; ince kitaplardı. -Alkış sesleri yerini kınayıcı mırıldanmalara bırakıyor-  Ama benim okumaktan daha çok zevk aldığım türden kitaplar okudum ve onlar da belli bir kalınlıkta oluyor genelde. 

Burada kitapların uzun uzun konularından bahsetmeyeceğim sadece ayrıntıya inmeden neyi sevip sevmediğimi, kaç puan verdiğimi yazacağım yanlarına. Zaten çok beğendiğim, tavsiye ettiğim kitapların yorumunu ayrı şekilde gireceğim ki bir kısmını girdim zaten. 


(''Cehennem'' kitabını yani Provıdence üçlemesini okumak isteyeniniz varsa, kitabın yorumu atlayın isterseniz. Kitabı okuyacaklar için çok büyük bir şey söylediğimi düşünmüyorum ama rahatsız olanlar olabilir.) 
  • Jennıfer E. Smıth - Hayallerim Sen Ve Ben 2/5  Lucy ve Owen bir gün tüm şehirde elektriklerin kesilmesiyle yaşadıkları apartmanın asansöründe mahsur kalıyorlar, karakterlerimizin tanışması bu şekilde meydana geliyor. Kitap böyle başlayınca ''Kitap boyunca aşk zehirlenmesi yaşayacağım, anladım'' diye düşünsem de durum hiç de sandığım gibi olmadı. Tanıştıkları gecenin ardından, Lucy Avrupa'ya taşınıyor; Owen ise Amerika'nın batısına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Yazarın sıradan bir aşk hikayesi yazmama fikri güzeldi ama kitabın yarısına kadar hatta belki daha da fazlasında, karakterin birbirleriyle alakaları yoktu ve ondan sonraki kısımı da beğenmedim açıkçası, her şeyin çok oldu bittiye getirildiğini düşünüyorum. Hal böyle olunca iki puan verdim.
  • Andy Weır - Marslı 5/5  Zaten kitap hakkında ayrı bir yazı girmiştim, daha fazla bir şey söylemeyeceğim. Dilerseniz, oradan ayrıntılı yorumuma ulaşabilirsiniz.
  • Jamıe McGUIRE - Cehennem 4/5 Provıdence üçlemesinin ikinci kitabı. İlk kitabı kalın olmasına rağmen çok kısa zamanda okuduğumdan, Marslı gibi yoğun bir kitaptan sonra çabucak okuyabileceğimi düşündüğümden kitabı okumaya karar vermiştim. Üçlemeyle ilgili genel sorunum Jared karakterinin ''mükemmel erkek'' olması. Özel bir durumları var anlıyorum ama, insan hiçbir şeye sinirlenmez mi? Gerçekten bunaldım! Ve başka okuyucular tarafından sorun olabilecek bir başka şey ise aksiyon kısmı biraz zayıf. Kitabın ilk yarısını bitirdikten sonra, şöyle üç dört sayfada bir şeyler oluyor ne oluyorsa. Ama kitap boyunca bir şey olacağının sinyalini alıyoruz gibi geliyor bana, o yüzden dert etmedim. İkinci kitabın da ilk kitap gibi ''Gökten üç elma düştü...'' dercesine mutlu bir şekilde bitmesi çok hoşuma gitmedi ama, genel manada sevdiğim bir kitap/üçleme.
  • Stefan Zweig- Satranç 5/5 Ayrıntılı yorumu gelecek, çok sevdiğim bir kitap oldu kendisi kesinlikle tavsiye ederim.
  • Albert Camus- Düşüş 4/5  Ya ben kitabı tam manasıyla kavrayamadığımdan, mesajı göremediğimden kitap baştan sona mükemmeldi diyemiyorum. Ama öyle yerler, öyle cümleler  vardı ki ... Eleştirmek şu aşamada benim haddime değil gibi geliyor ama, beş puan verirsem de çok doğru olmayacağını düşündüğümden dört puan verdim.
  • Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna 5/5  Sadece ocak ayı içerisinde değil, bütün bir yıl içinde favorim olabilecek bir kitaptı kesinlikle. Detaylı yorumunu girdiğim için çok bir şey söylemiyorum, isterseniz ona da göz atabilirsiniz.
  • Franz Kafka - Babaya Mektup 5/5 Bu kitap hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Beni yadırgayanlar olacaktır belki ama, Kafka'nın en etkilendiğim kitabı şuana kadar Babaya Mektup oldu. Başlarsam susamayacağım, detaylı yorumunu en yakın zamanda girmeyi planlıyorum.
  • Virginia Woolf - Dalgalar   Kitap için henüz bir değerlendirme yapmadım çünkü hala düşünüyorum. Çok etkilendiğim, çokça alıntı yaptığım ama bazı yerlerinde de sıkıldığım bir kitaptı. Bunun sebebini anlamaya çalışıyorum o yüzden ne söylersem söyleyeyim yanlış olacak
Uzun uzun yorum yapmayacak, sadece verdiğim puanları söyleyecektim değil mi? Susamıyorum arkadaşlar, susamıyorum! Eğer buraya kadar okuduysanız gerçekten çok ama çok teşekkür ediyorum. 
Kitap okumaya bol zamanınızın olması dileğiyle, kendinize iyi bakın!